23 Kasım 2008 Pazar
Ece Temelkuran-Yokluğumuz-23 Kasım Pazar 2008
Arat Dink’in yazdığı yazıdan bir alıntı: “Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül soruyor: ‘Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi?’ (...) ‘Hayır, aynı olmazdı. Süper olurdu.’ (...) Bütün ülke üç noktaya birikmez, kırk küsur merkez olurdu. Yirmi, otuz yıllık fidan hayatlarımız değil, kadim bir orman gibi kültürümüz olurdu. Anasının doğduğu yerde doğabilirdi herkes, işte o zaman ülke, memleket olurdu. Olmamamızın iyi olduğunu savunuyor. Tehcir ve mübadelenin Türkiye için çok hayırlı olduğunu savunuyor. Bunca yıl söyleyip duracaksın, ‘Öyle bir niyet yoktu, bunlar savaş tedbiri’ falan filan diye; ondan sonra da, bu gönülsüz tedbirlerden nasıl fayda sağladığını, onların üzerine nasıl inşa olduğunu falan, rahat rahat anlatacaksın. (...) ‘Biz hâlâ varız’Bu gönülsüz tedbirlerin anlamının ‘milyonlarca can’ olduğunu ayrı bir cümlede söyleyeyim dedim, yoksa ağır olacak... (...) Çok sık unutulan ilginç bir şey söyleyeceğim: Biz hâlâ varız. İşte şu kadarız, bu kadarız. Aziz maziz, azınlığız, ama varız. Bizim de (yani şu an olanlarımızın da) olmamamızı mı istiyor bakan? (...) (...) Çok ciddi bir önerim var. Hani gözbebeklerimizi, civcivlerimizi her pazartesi sabahı, torna-tesviye sıralarına oturtmadan önce, beton bahçelerde topluyoruz ya, hani onlara şuur aşılayıp, tekleştirip, kutsal amaçlara kanalize edip, dar borulardan geçiriyoruz ya. Hani hep bir ağızdan ant içtiriyoruz ya: ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ diye... Azınlık okullarında şöyle dedirtelim çocuklara, mesele kapansın: ‘Yokluğum Türk varlığına armağan olsun.’( ...)”Yokluklar ülkesi“Benim de yokluğum armağan olsun” diyen birçok insan günlerdir Arat Dink’in yazısının altına imza atmak duygusunda. Ben de, doğal olarak onlardan biriyim. Ne haberlerde varım, ne bakanların muhayyilesinde. Ne Başbakan hesaba katıyor beni ne muhalefet. Ve siz de tıpkı benim gibisiniz: Yok gibisiniz. Bu ülkede hesaba katılan biri değilsiniz. Biz nerede toplanacağız peki? Hangi partide? Hangi gazeteyi okuyacağız? Hangi filme gidip neye direneceğiz? Demokrasi ve dağ başıMadrid’de, 1200 metrelik bir dağın başında Türkiye’deki seçkin akademisyenlerle birlikte Universidad de Autonoma’nın tesislerinde çalışıyoruz. Türkiye’de demokratikleşme üzerine bir kitap yazacağız. Herkes kitap için yazacağı makaleye dair bir sunum yapıyor. Benim yazacağım makale de ifade özgürlüğü üzerine. Ve diyorum ki ben, ifade özgürlüğü iki şey için gereklidir:Hatırlamak ve hayal etmek. İfade özgürlüğünün engellenmesi temelde iki fonksiyonun engellenmesidir; hatırlamanın ve hayal etmenin. Niye yokuz biz, diye bir kez daha düşünüyorum şimdi. Hatırlamamıza ve hayal etmemize izin verilmediği için. Üstelik her ikisi de kardeşi birbirinin. Bu iki kardeştir bizi ayıran balıklardan. Çünkü balıklar hatırlamaz ve hayal etmezler. Onlar, kendi varlıklarını hiç bilmezler. Yokturlar kendileri için. Şimdi bizim de mi balık olmamızı istiyor bu topraklar? Bizim de mi yok olmamızı istiyorlar? Ve bazen çok merak ediyorum:Bizim gibiler, yok sayılanlar, yok edilenler, bunca kıyıma rağmen neden doğuyorlar hâlâ bu toprakta?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder